PROF. DR. ZEKİ BAYRAKTAR’IN İNTERSEKS -HERMAFRODİT VE EŞCİNSEL KİTABININ YAZAR KATILIMLI KRİTİĞİ

“Eşcinsel ilişkiyi ahlakî olarak onaylamıyorum”, “eşcinsel ilişki inancıma ters” diyen insanların artık azınlık haline getirilip linç ve manipülasyonlarla susturulduğu, bilimsel verilere dayanarak eşcinsel dürtüye sebep olan şeyleri masaya yatıran bilim insanlarına aba altından sopa gösterildiği bir dönemde Prof. Dr. Zeki BAYRAKTAR’ın yazdığı “İNTERSEKS-HERMAFRODİT ve EŞCİNSEL” kitabını okumaya karar verdim.

Kitabı birileriyle mütalâ etmek istiyordum. Bu yüzden beni anlayacağını düşündüğüm, Eğitimci arkadaşlarım Ayla Sarıhan, Semra Eski, Emine Elden, ve Avukat arkadaşım Öznur Uslu’yu içinde bulunduğum sıkıntılı durumdan haberdar edip onlara kitabı birlikte okuyup kritik yapmayı teklif ettim. Her ne kadar yeni yazıya geçirmiş olsam da aslında biz, Prof Dr Zeki Bayraktar Bey’in bizi kırmayıp katıldığı bu kitabın kritigini, 16 Ocak 2021 tarihinde yapmıştık. Yazıya geçirmekte bu kadar gecikmemin sebebi, yalnız içinde bulunduğum yoğunluk değil tabi ki. Ortamda artık rahatça düşüncemizi dile getiremeyişimiz. Ağzı laf yapan insanların rahatlıkla hakikatin üzerini örtüp zeytinyağı gibi üste çıkabilme başarısı…

Mesele bireylerin eşcinsel olup olmamasını aştı; eşcinsel olduğu hâlde içinde bulunduğu durumdan kurtulmak isteyen bireylerin bu iradesine izin verilmediği tehlikeli bir sistem sorununa doğru evrildi. Nitekim bu yazıyı okursanız, bununla ilgili gerçek bir öyküyle de karşılaşacaksınız.

Prof Dr. Zeki Bayraktar Bey’e kitabı ile alakalı o kadar çok sorumuz vardı ki… Bu kadar soruya Sn. Bayraktar’ın yoğunluğu nedeniyle konulan seksen dakika yetmedi ancak dolu dolu, ilgi çekici bir kritik oldu.

“Bir birey neden eşcinsel dürtülere sahip olur?” “Eşcinsel bireylerin içinde bulunduğu duygu durumu, karşılaştıkları engeller nelerdir?” gibi soruların cevabını bulabildiğiniz bu kritikte, Sn. Bayraktar ‘ın ilahiyat araştırmalarının da içinde bulunması sebebiyle, Kur’an’ın, eşcinsel bireylere ve muhataplarına tavsiyelerini de bulacaksınız.

Fazla uzatmak istemiyorum, zirâ benim duygu ve düşüncelerimdense bir bilim adamının bilimsel verilere dayanan cümleleri, toplumu daha iyi aydınlatacaktır. Bu yazıyı okuyanların az da olsa kitap hakkında bir ön fikre sahip olmasını ve eğitimcilerin, ebeveynlerin nesli dert edinen insanların bu kitabı okumasını umuyorum. İyi okumalar.

AYLA SARIHAN: Sinan Canan Bey’in, beynin farklı yapısından dolayı kişilerin eşcinsel olduğuna ve bu durumun onların ellerinde olmadığına dair bir yazısı var. Bu iddiasına delil olarak da, vefat etmiş eşcinsel bireylerin beyin yapılarının incelenmesi ve heteroseksüel bireylerin beyin yapıları ile kıyaslanmasını öne sürdü. Siz, bu yazıya cevap olarak, “eşcinsel bir yaşam sürmenin kişinin beyin yapısını farklılaştırdığını” yazdınız. Yani eşcinsel birey, beyin yapısındaki farklılıktan dolayı eşcinsel bir yaşam seçmiyor, eşcinsel bir yaşam onun beyin yapısını farklılaştırıyor. Sizin cevabî yazınıza Sinan Bey’in bir cevabı oldu mu?


PROF. DR. ZEKİ BAYRAKTAR: Cevap yazarak “canlı yayın yapalım hocam” demişti. “Olabilir” dedim ama öyle bir fırsatımız olmadı. Bana gelen bir talep olmadı en azından.


AYLA SARIHAN: Sinan Bey, “kişisel olarak buna inanmak ya da inanmamak bu ayrı, ama bu konu ile ilgili elimizde çok fazla bilimsel bir veri yok. Bu konuda “bir bilimsel veri var” diyen yalan söyler» anlamında bir açıklama yapmıştı.


PROF. DR. ZEKİ BAYRAKTAR: Böyle bir ifadesi dikkatimi çekmedi. Eğer “Eşcinselliğe ait bir veri elimizde yok” diyorsa ben de bu görüşteyim. Kitapta dört yüz civarında akademik makaleye atıf var. Bunların bir bölümü genetik ile ilgili çalışmalar bir bölümü psikoseksuel gelişim ile ilgili çalışmalar. Şöyle bir şey de var. Eşcinselliği davranış tedavisi olarak psikiyatri domine ediyor. Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından domine ediliyor. Amerikan Psikiyatri Birliği 60 li 70 li yıllardan itibaren, eşcinselliğin üçlü mekanizmaya dayalı olduğunu ilan ediyor . Diyor ki, eşcinselliğin, genetik, çevresel ve ailesel faktörleri var. Bir psikiyatri disiplini dediğimiz zaman, sosyal bir disiplinden değil bilimsel bir disiplinden bahsediyoruz.

Bir bilimsel kuruluş, bir açıklama yaptığı zaman, bilimsel verileri analiz ederek bir sonuç deklarasyonunda bulunur. Ürolojideki uygulamalarımız da böyledir. Güncel uygulamalarımız buna dayanır. Psikiyatri disiplini de böyle olması gerekir. Sen bir psikiyatri disiplini olarak diyorsun ki: “eşcinsellik gelişmesinde üç mekanizma var. Bunlar: genetik, çevresel ve ailesel faktörler… “O zaman genetikle ilgili veriler nelerdir? Aileyle ilgili veriler nelerdir? Çevre ile ilgili veriler nelerdir? Onları göster” dediğimiz zaman bunun altını doldurabilmesi lazım. Ancak Amerikan Psikiyatri Birliği, 1970’lerden itibaren sürekli genetikle ilgili verilerin altını doldurmaya gayret etti. Bu konuda bir şeyler bulmaya çalıştı ama bir türlü bulamadı ve pes etti. Diğer iki alanda da yapılan çalışmaların önünü bloke ettiler. Ben bir tıp doktoru olarak bu konudaki görüşlerimi, gerek psikiyatristlerin bulunduğu ortamlarda, gerek yazmış olduğum kitapta rahatlıkla söylüyorum. Ben iddiamı söylerken altının dolu olmaması halinde risk alabileceğimi tabi ki biliyorum. “Psikiyatri, escinsellik konusunda bilimsel bir disiplin olmaktan çıkmış dogmatik bir ekol haline gelmiştir” diyorum. Zaten bunu psikiyatristler de söylüyor.
2019 yılında bir çalışma yapılıyor, 500 binin üzerinde bireyin genetikleri inceleniyor ama bir kanıt bulunamıyor. Artık genetik olmadığını eşcinsel lobisi de itiraf ediyor. Şunu da söylediler. “Neden biz bunun genetik olduğunu ispat etmeye çalışıyoruz ki? Genetik hastalıklar da var.»


Beyinle ilgili kısma geldiğimiz zaman, aslında bu cevaplanması en kolay olan kısım. Bizim her zaman tekrar ettiğimiz bir şey var: «En büyük cinsel organ beyindir. Diğer organlarımızı nasıl beyin kontrol ediyorsa, elbette ki cinsellikle ilgili kontrolün regülasyonu da; hormonların salınımı, inhibe edilmesi, mekanizmaların tetiklenmesi, baskılanması vs. bunların hepsi beyin tarafından kontrol edilir. İnsanın nasıl ki çalışan kasları hipertrofi olur ve şişerse, beynin çalışan bölümlerinde sinapslar/ bağlantılar arttığı için morfolojik değişiklikler olur. Bir klinisyen, 17 eşcinsel erkek öldükten sonra beyin otopsisi yapıyor ve bu insanların beyinlerinde farklılık buluyor ancak bahsi geçen bilim adamı: “Ben bu çalışmayla eşcinselliğin genetik olduğunu ispatlamış değilim. Benim bu çalışmam çok abartılıyor” açıklamasını da yapıyor. Akademisyenlerin hepsi klinisyen değil. Akademisyenlerin içinde klinisyen olanlar var, klinisyen olmayanlar var. Böyle durumda bu çalışmaların yorumlanma problemi ortaya çıkıyor. Siz öldükten sonra böyle bir bulgu elde ettiğiniz zaman şu soruyu sormanız gerekiyor: Acaba bu bireyin beyni doğduğunda böyle miydi? Yoksa sonra mı farklılaştı?
Bu konuda hem hayvan hem insan deneyleri yapıldı. Sizin okuduğunuz kitaba (1. baskı) yalnız insanlar üzerinde yapılan deneyleri ekledim. Diğer baskıda hayvan deneyleri de var.

Hayvan deneylerine gelecek olursak: Fareler, iki gruba ayrılıyor. Birinci grup farelerin yanına, çiftleşebilecekleri dişi fareler koyuluyor. İkinci grubun yanınaysa dişi fare konulmuyor. 4 hafta sonra farelerin beyni inceliyor. Birinci ve ikinci grup farelerin beyninde farklılık görülüyor çünkü 4 hafta boyunca fareler farklı bir cinsel yaşam içerisinde oluyor. Nedenine gelince: birinci grup fare çiftleşme imkanı bulduğu hâlde diğer grup çiftleşemedi. Çiftleşemeyen farelerin beyninin o bölgesi farklılaşdı. Farklı bir morfolojik sonuç çıktı. Dolayısıyla eşcinsellerin beynini incelediğimiz zaman heteroseksüel bireylerin beyinlerinden farklı görmemiz gayet doğal çünkü bu eşcinseller bazen aktif bazen pasif bir desen sergiliyorlar. Heteroseksüellerden farklı bir cinsel yaşamları oluyor. Kaldı ki bunların bir bölümü hormon kullanıyor. Bir bölümünün farklı bir cinsel yaşamları oluyor. Böyle kişilerin, yaşamında seçtiği hedef cinsel nesne ve cinsel yaşamı farklılaştığı için beyni bir erkek beyni gibi çalışmıyor. Yani cinsel yaşamı nedeniyle beyni farklılaşıyor. Sonuçta öldükten sonra beyni de farklı çıkıyor.


Beynin farklılaşabildiğini göstermek için şu örnekten de bahsedilebilir. pornografi izleyen denekler üzerinde bir çalışma yapılıyor. Denekler İki üç gruba ayrılıyor. Bir gruba pornografik olmayan görüntüler izletiliyor. İkinci gruba pornografik görüntüler izletiliyor. Üçüncü gruba daha yoğun ve daha uzun süreli pornografik görüntüler izletiliyor. Bir kaç hafta sonra beyinleri inceleniyor. Uzun süre pornografi izleyen bireylerin beyninde bir farklılık oluştuğu ortaya çıkıyor. Oysa ki deneklerin deney süresine girmeden önce beyinleri incelenmişti ve böyle bir farklılığın daha önce olmadığı tespit edilmişti. Aradaki tek fark pornografik görüntü izletilmesi…

Sinan Hoca’nın yazısında eşcinsellerin beyin yapısı konusunda ana tez genetik olmadığı, ana rahminde bazı hormonlara maruz kalınmasıdır. Ürolojik hasta gruplarımızdan olan “Konjenital adrenal hiperplazi” dediğimiz bir hasta grubu var o hastalar sayesinde biz biliyoruz ve bu bir konsensus kararıdır ki ana rahminde androjenlere maruz kalmak cinsel organların gelişimine etki eder ama cinsel kimliğe etki etmez. Üroloji kitaplarında yıllardır yazan da budur. Örneğin kız çocuğu ana rahminde testosterona, androjene maruz kalırsa bu kız çocuğunun böbrek üstü bezinde fazla androjen üretiliyor bundan dolayı da doğduklarında klitorisleri aşırı şekilde büyüyor ve bir erkek gibi penisleri oluyor.

Eğer bu hipotez doğruysa bu kız çocuklarının hepsinin eşcinsel olması gerekir ama biz biliyoruz ki bu çocukların %90-95’i yine heteroseksuel oluyor. Neredeyse 60 yıldan beri bunu biliyoruz.

Toparlayacak olursak, tartışmasız üroloji kitaplarında olan kesin bilgi; bir konsensus kararı var: ana rahminde hormon maruziyeti, cinsel organ gelişimine etki edebilir. Bir kız çocuğunun klitorisini büyütebilir. Erkek çocuğunun penisi az gelişebilir yani interseks vakası ortaya çıkabilir ama cinsel kimlik üzerinde bir etkisi olmaz. Eşcinsellikte hormonal bir problem olmadığı 40-50 yıldır bilinmektedir.

İlknur Arslan: Sosyal medyada gözlemlediğim kadarıyla LGBT lobilerine aksi görüş bildirenler, linç kampanyaları ile susturuluyor. Mobbing gibi ağır bir bedeli göze alarak bu konu hakkında paylaşım yapmaya devam etmeniz ve elimizdeki bu kitabı çıkarmanızın sebebi ne?

Prof. Dr Zeki Bayraktar: Bu hastaları görüyoruz. Sorunları nedeniyle bize geliyorlar. Bu konuda müracaatlar artıyor. Sonuçta yaşadıkları sorunlara muttali oluyoruz. Bir ürolog için bunlarla uğraşmak angarya olduğu halde ben bunları sosyal sorumluluk adına yazdım.

Benimle bu konuda konuşmak isteyenler oluyor. Konuşmak isteyenlerin bir bölümü tıp, bir bölümü dinle ilgili danışmak istiyor. Bir örnek vermek istiyorum:

İstanbul dışından, kamu kuruluşunda çalışan, saygın bir üniversiteden mezun olmuş bir beyefendi, önce telefon açtı. Benimle görüşmek istediğini söyleyince konunun eşcinsellik olduğunu tahmin ettim ve “ben terapi yapmıyorum, bu bizim işimiz değil” dedim. Bunu söylememe rağmen konuşmak ve tanışmak istediği için geldi. Bu arkadaş İslamcı muhafazakar bir ailede doğmuş, büyümüş. Gençliği boyunca İslami değerlerle barışık yaşamış. Eşcinsel dürtülerinin farkına varmış ama bir defanın dışında eşcinsel ilişkisi olmamış. O bir deneyiminde de tiksinti hissetmiş. Bu dürtüden kurtulmak istiyor. Pek çok psikiyatrisi dolaşıyor ama gittiği hiç bir psikiyatrist, bu beyefendiye terapi yapmak istemiyor. “Beni anlayacak psikiyatrist bulamıyorum. Bu hayatı da yaşamak istemiyorum. Kadınlara karşı ilgi duymuyorum. İntihar etmeyi düşündüm bir ara. Ben ne yapacağım? Bana bir yol gösterin” diye yardım istedi benden. LGBT lobilerinin de bu kişiyi ısrarla çağırdığını ancak oraya gitmek istemediğini söylüyor. Durumunu sadece annesi biliyor. “Babam bilse beni öldürür” diyor. Bu beye, «nasıl bir baba figürünüz var?» diye sordum. Kitabımızda örneklerle bahsettiğimiz bir baba figürü ile karşılaştık. Bu arkadaş bana ne soruyor biliyor musunuz? “Suriyeli kadınla evlensem ama ona hiçbir cinsel hayatımız olmayacağını deklare etsem. Bir şekilde spermim alınsa, tüp bebekle çocuk sahibi olsam acaba ben bu dünyaya bağlanabilir miyim? Benim için fetva verir misiniz?

Çok boyutlu bir sıkıntı var burada. Sadece bu örnek üzerinden bile bu anlaşılabilir. Bu beyefendi’nin şu bir kaç cümlesi sorunun büyüklüğünü ortaya koyuyor: “Açıklasam sapık ilan edileceğim.” “LGBT lobisi “gel” diyor ama ben gitmek istemiyorum” “Bu durumdan hoşnut değilim” “Bana yardım edebilecek bir psikiyatrist bulamıyorum”

Sorun çok büyük. Bizim göremediğimiz böyle bir kitle var. Kimisi bunu ilan etmiş, kimisi ilan etmemiş. LGBT aktivitesinin aşırılıkları nedeniyle dikkatimizi mağdur profillere yoğunlaştıramıyoruz.

İlknur Arslan: Kitabınızda, Psikiyatristler tarafından kabul gören Freud’un bile eşcinselligi hastalık olarak gördüğünden bahsetmişsiniz. Peki LGBT lobilerinin bireylere, topluma eşcinselliği dayatacak kadar cesur olmalarını neye bağlıyorsunuz?

Prof Dr Zeki Bayraktar: Birincisi, lgbtli bireylerin kendi içsel yapılarında böyle bir şey var; saldırganlık… Eşcinselliğin beşinci evresinde bunu görebiliyoruz. Bu evrede bir kimlik gururu yaşıyorlar. Eşcinsel olmayan bütün bireyleri adeta insan yerine koymuyorlar, küçümsüyorlar. Altıncı evrede bu biraz azalsa da tamamen geçmiş olmuyor.

Amerika’da bile 1970’lerde eşcinseller öldürülüyordu. Gerçekten şiddete maruz kalıyorlardı. Bu mağduriyet giderilmeye, insancıl bir yol geliştirilmeye çalışıldı. İnsancıl niyetlerle geliştirilen bu zemin giderek kaydı. Artık onlar tahakküm etmeye başladılar. Medyada hakimler. Sinemada hakimler vs. Bu da onların propaganda gücünü arttırıyor. Ne yazık ki bütün bu imkanları kullandıkları zamanda çok gürültü çıkarıyorlar yani olduklarından çok daha fazla gürültü çıkarabiliyorlar. Bu baskıdan rahatsız olan insanlar da pasif kaldıkları zaman ortaya çıkan tablo böyle oluyor.

İlknur Arslan: Bu baskıya karşı yapılabilecek hiç mi bir şey yok? Bireysel çabaları aşan çok güçlü bir lobi var karşımızda. Farklı düşünenlerin artık hiç mi şansı yok? Çabalar anlamsız mı?

Prof Dr. Zeki Bayraktar: Eşcinsel bireyi tedavi etmek hem zordur hem tedavi edecek hekim bulamıyorsunuz. Hani deriz ya, “aslolan tedavi değil koruyucu sağlık hizmetidir” Koruyucu sağlık hizmeti yaparsanız zaten kitlesel olarak insanların hasta olmasını engellemiş olursunuz ama bunu yapmazsanız, hani bataklığı kurutmaz sivrisineği öldürmeye çalışırsanız bitiremezsiniz.

Kitaplardaki hikayelerde de görüyorsunuz ki – o hikayeler eşcinsel derneğin yayınladığı hikayelerdir, benim hikayelerim değil- eşcinsel öyküyle gelen hastalarla konuştuğumuz zaman, mutlaka bir aile dinamiği problemiyle karşılaşıyorsunuz. Ya hatalı bir anne, ya hatalı bir baba modeli var orada. Yapılması gereken en etkin çözüm yolu, erken çocukluk dönemindeki gelişim hatalarını ortadan kaldırmak yani öncelikle ebeveynleri, ebeveyn adaylarını bu konuda bilinçlendirmek. Kompleks; yapılması zor şeylerden bahsetmiyoruz. Yani baba, erkek çocuğuna model olacak; anne, kız çocuğuna model olacak bu kadar. Aslında «hayatın olağan akışı içerisinde zaten gerçekleşen bu durumu aksatmayın» diyoruz. Sadece bu!.. Küçük şeyler bile bazı bireylerin kurtuluşuna vesile olabilir. Bunun için bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorum. Bu, benim tek başıma başarabileceğim bir şey değil. Öğretmenlerin, psikologların, pedagogların bu işe dahil olması bunu sistematik bir şekilde yapması gerekir ve bu duruma devlet dahil olmalı. İlgili kurumların, bakanlıkların, hükümetin bu konuda politika üretmesi ve geliştirmesi lazım. Ben biliyorum ki en azından benim bu kitabım, ilgili yerlere ulaştı. Ama somut olarak ne yapıldı, ne yapılacak bilemem.

İlknur Arslan: Nisa 15 ve 16. (Prof. Dr. Muhsin Demirci Meali) “Kadınlarınızdan lezbiyenlik yapanlara karşı, içinizden 4 şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, O kadınlar ölünceye ve Allah onlar hakkında bir hüküm bildirinceye kadar onları evlerinde göz hapsinde tutun. İçinizden eşcinsel ilişkide bulunan erkeklere gelince, onların her ikisini de cezalandırın ama eğer tövbe eder ve kendilerini ıslah ederlerse üzerlerine gitmeyin çünkü Allah samimi tevbe edenlere çokça merhamet eder” ayetini, mağduriyetler üzerinden yükselen bir lobi gerçeği ve sizin zaman zaman sosyal medyada “eşcinsel ilişkilere karşı olsam da bu bireylere yapılan her türlü haksızlığa karşıyım” mesajı veren paylaşımlarınız bağlamında günümüzde nasıl anlamalıyız?

Prof Dr Zeki Bayraktar: İlknur Hanım, gay veya lezbiyen ilişkinin, dört şahitle ispat edilmesi demek, bunun kamusal alanda, aleni bir şekilde yapılması demektir.

Daha önce Kitap ve Hikmet Dergisi’nde de yazdım: Kur’an perspektifinde, eşcinsellik olgusunu 3 kategoriye ayırmamız gerekir. Birincisi, hani az önce bir örnek verdim ya, eşcinsel dürtüleri var ama bununla mücadele ediyor. Eşcinsellikten kurtulmak istiyor veya istemiyor fark etmez. Kur’an bunlara birşey demiyor.

İkinci kategori: Bu ayette bahsedilen, eşcinselliği pratiğe döken yani gey veya lezbiyen olduğunu ilan eden -ki bu bir kimlik deklarasyonudur- bunu da aleni bir şekilde yaşayan kişiyi dört şahitle tespit ettiğiniz zaman ki bugün bile toplumda sokakta böyle bir eyleme rastlamıyoruz.

Tamamen dört şahitle, herkesin görebileceği bir şekilde gay veya lezbiyen ilişkilere rastlamıyoruz. Eğer aleni bir şekilde toplumun huzurunda böyle bir ilişkiye rastlarsanız, bu eylemini kamuya dayattığı için “onu izole edin, eğitin” diyor ayet. “Islah olurlarsa başka bir yol aramayın” diyor. Demek ki bunların, tedavi olma, ıslah olma bu eylemden vazgeçme yetenekleri var. “Onları öldürün” demiyor Kur’an. Biz diğer bütün günahkarlara nasıl davranıyorsak, bunlar da günahkardır ve öyle davranacağız. Zina eden müslüman neyse bu insanların durumu da budur.

Üçüncü kategoriye gelince, işte bu, Lut kavminin helak olmasına neden olan, eşcinselliği topluma empoze eden, yabancıların yolunu kesip onları kendi meclislerine götürüp alıkoyan ve tecavüz eden azgın grupların içinde olduğu kategoridir.

Ankebut Suresi 29. Ayet’e göre, Bir grup, Lut Nebi’ye gelen erkek misafirleri zorla almak, meclislerine götürmek ve grup sex şeklinde tecavüz etmek istiyorlardı. Lut Nebi: “Şimdiye kadar yaptığım uyarılarıma rağmen siz hala yol kesecek ve kendi meclislerinizde bu fuhşiyatı, bu münker şeyi yapmaya devam edeceksiniz, öyle mi?” diyor. İşte o zaman azap geliyor.

Helak olma nedenleri, eşcinsel ilişkilerde bulunmaları değil, bunu topluma dayatmalarıdır. Zaten helak, hep toplumla alakalı işlemlerdir. Sapkınlık bireysellikten çıkıp toplumsal hale gelmeye başladıysa orada ilahi azap geliyor.

Alkol alan, domuz eti yiyen, yani bir haram işleyen günahkar insanın durumu neyse, eşcinsel ilişkide bulunanın durumu aynıdır. Eşcinsel ilişkide bulunana verilen ceza ile zina edenin cezası aynıdır.

Eşcinselle olan iletişimimiz diğer bireylerle nasılsa öyle olmalı, uğradıkları haksızlıklara rıza göstermemeliyiz.

Öznur Uslu: Çok fazla gündeme getiriliyor bir tür siyasi malzeme de yapıldı bu: İstanbul sözleşmesi konusu… İstanbul sözleşmesinin LGBT’i teşvik ettiği yönünde kampanya var basında. Siz ne düşünüyorsunuz?

Prof. Dr. Zeki Bayraktar: İstanbul sözleşmesi’nin 4. maddesinin 3. fıkrasında “Bir insan, bir mağdur, ne olursa olsun; kimliği, mensubiyeti, cinsi, ırkı, mültecilik statüsü, göçmen olması veya cinsel yönelimi … ne olursa olsun bu koruma kapsamındadır” kısmına, “eşcinselliği teşvik ediyor” şeklinde yorum yapılıyor. Ben kesinlikle bu yoruma katılmıyorum. İstanbul sözleşmesinin söylediği, ayet bağlamında söylediğimizden farklı değil. Yani şunu söylüyor: Dünya genelinde en çok mağduriyete uğrayan insan grupları bellidir. Kadınlar, mülteciler, siyahiler, göçmen statüsünde olanlar, eşcinseller… Yani bu grupların, şiddete uğrama ihtimali, diğer normal popülasyonlara göre daha yüksek. Demişler ki: “bunları koruma altına almak için özellikle belirtelim. Bu gruplara karşı bir suç işlenirse, bu grubun dışındakilere işlenen suçta ne kadar ceza alınıyorsa aynı şekilde alınmalıdır. Sırf sayılan bu grupların üyesi olduğu için ceza indirimi yapamazsın” Bunun ötesinde söylediği başka bir şey yok.

Öznur Uslu: Anayasamızda da bunlar yazıyor. Zaten üstüne çıkmamıştı aslında.



Prof. Dr. Zeki Bayraktar: “Madem anayasamızda yazıyor niye bunu belirtiyoruz” diye itiraz geliyor o zaman da. Bizim anayasamızda “başörtüsü yasaktır” diye bir şey yazmıyordu, “başörtüsü serbesttir” diye bir madde yapmaya gerek yoktu. Hepimiz biliyoruz ki başörtüsünü yasak eden bir anayasa ve kanun maddemiz yoktu. 28 Şubat’ta da bunu defalarca dile getirdiler. Buna rağmen yasak uygulandı. Bunun için “kıyafet serbesttir” diye özel olarak kanun yapıldı. Hukuk böyle bir şey çünkü pratikte bir sorun var. O zaman kanun koyucu diyor ki: “bunu önlemenin yolu benim yazmamdan geçiyorsa yazarım”

Öznur Uslu: LGBT konusunda anne baba davranışlarının çok etkin olduğunu söylediniz. Örnek olarak gördüğünüz en belirgin örnekler nelerdir?

Prof. Dr. Zeki Bayraktar: Bütün bireyler, bir biyolojik cinsiyetle doğuyor. Erkek olarak veya kız olarak… 1-6 yaş arasında cinsel kimlik büyük oranda şekilleniyor. cinsel kimlik dediğimiz şey: Kız veya erkeğin cinsel kimliğini içselleştirmesi, bunu kabul etmesi ve bundan dolayı herhangi bir hoşnutsuzluk yaşamamasıdır. Eğer kız ise, ben kızım, büyüyünce bir kız olacağım, kadın olacağım ve kadınlık fonksiyonlarını yerine getireceğim diye düşünmesi, bundan rahatsızlık duymaması ve bunu kabullenmesi; erkekse “erkek olacağım” demesi gibi. Şimdi diyeceksiniz ki: Bunun aksi olabilir mi? Bunun aksi olmasa zaten eşcinsel, transeksüellik diye birşey çıkmaz.

Erkek çocuğu, kendi bedeninden rahatsız oluyor, kız gibi fanteziler üretiyor, kız çocukları ile oynuyor ve kız olmak istiyorsa; kız çocuk ise erkek olmak istiyor, kız olmayı reddediyor ve erkek fantezileri geliştiriyorsa işte burada “cinsel kimlik karmaşası” dediğimiz şey ortaya çıkıyor. Peki neden böyle oluyor. Çocuğun erken dönemde anne babasından aldığı mesaj önemli.

Mesela: Zalim bir baba figürü düşünün. Ailede emekleyen bir kız çocuğu olsun. Bakın “emekleyen kız çocuğu” diyorum hani 1 yaş civarında bir çocuk. O çocuk, babasının bu davranışlarını alıp yorumlamaya başlıyor. Diyor ki: “kadın olmak ezilmek demek. Annem kadın olduğu için böyle eziliyor, itiliyor. O zaman benim bu tehlikeye maruz kalmamam için annem gibi olmamam lazım.” Kadın kimliğini reddetmeye başlıyor. Annesi gibi olmayı reddediyor. Bunu bilinç dışı olarak yapıyor farkında olmadan. Sonra bir bakıyorsun, o çocuk kız olmaktan hoşnut değil, erkek olmaya özeniyor. Lezbiyenlerin zemini bu şekilde oluşmuş oluyor.

Babanın reddedici davranışı nedeniyle ona karşı mesafeli olması, erkek çocuğun babasıyla özdeşimini engelliyor. Böyle bir çocuk babasını reddediyor, annesiyle özdeşim kuruyor.

Kadın eşiyle anlaşamıyor veya boşanmış. Eski kocasını oğlunun yanında sürekli kötülüyor. Böyle bir tabloda genelde ya bu çocuğun zaten babası yoktur ya da anne oğluna: “ben oğluma hem anne hem baba olayım” diye iyi niyetle yaklaşır. Çocuk için bu öldürücü darbedir. Çocuk şöyle düşünmeye başlar: “annem, babamı erkek olduğu için terk etti. Demek ki ben de erkek olursam, annem beni de terk edebilir. Benim erkek olmamam lazım.” Çocuğun aldığı mesaj budur ve o çocukta erkek olmayı reddeder. Ergenlik sonuna kadar bu duruma müdahale edilmezse %75-80 oranında eşcinsel olur. Bunlar yani birkaç tane örnek . Kitapta eşcinseliğe kapı açan pek çok örnek verdim.

Emine Elden: Sayfa 109’da gerçek saldırganlık ile fantastik saldırganlık arasında fark olduğunu, erkek çocuğun maskülen deneyimlerini arttıran fantastik saldırganlığı ailelerin engellemesinin eşcinselliğe yol açan etmenlerden olduğunu yazmışsınız. Gerçek saldırganlık ile fantastik salgınlık arasında nasıl bir fark vardır?

Prof Dr Zeki Bayraktar: Erkek çocuğu biliyorsunuz biraz fazla hoplar, zıplar. Arkadaşlarıyla tepişir, didişir. Bu erkeksi gelişimi gösterir. Zarar vermediği surece fantastik saldırganlık var demektir. Bu doğal bir süreçtir. Onları bloke ettiğiniz zaman, kas gelişimini engellediğiniz gibi erkeksi gelişimini baskılamış olursunuz.

Kitapta geçen bir örneği hatırlayacağım. Amerikalı çocuk, “annemin çocukluktan beri bana verdiği her şeyi; üstümü kirletmemeyi, hoplayıp zıplamamayı, saçlarımı bozmamayı hâlâ uyguluyorum. Hâlâ ben uslu bir çocuğum ama eşcinselim” diyordu hatırladınız mı? Çünkü bu çocuk, doğası gereği içinde kalan şeyleri, erkeksi tavırları, başka erkek çocuklarda gördükçe onlara hayran kalıyordu.

İlknur Arslan: Bizi kırmadığınız, kritikte yanımızda olduğunuz için teşekkür ederiz.

Bu yazı umursamamak içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın